Korkut’un otelinde sakin bir akşam. Eski Anka otelinde şu sezon böyle olmamalıydı ama durum bu. Telefon çalıyor. Oda 303 arıyor. Oteldeki yirmi odanın sadece beşi dolu olmasına rağmen bu oda ona yeterince iş çıkarıyor.
“Evet buyurun, resepsiyon?”
“Battaniye yok. Ekstra battaniye bakıyoruz, var olan da ıslanmış.”
Muhtemelen üstüne mini bardan bir şey dökülmüştür veya havlu olarak kullanmışlardır diye iç geçirdi Korkut.
“Efendim yan odadan temiz edebilirsiniz. Odaların kapısı kilitli değil. Bugün kat görevlimiz erken ayrıldı.”
Bu bir yalan. Kat görevlisi çalışmayalı aylar oluyor. Otelin o kadar işi olmayınca bazı personele yol vermek zorunda kalmıştı.
“Siz getiremez misiniz? Üşüyoruz.”
“Tabi ki efendim ama şu anda resepsiyondaki yoğunluk sebebiyle biraz sürebilir.” Bu her zaman işe yarayan bir taktik. Eğer o kadar zorda ise müşteri kendi gidip yorganı almayı tercih edecektir. Yoksa bekleyecek.
“Yok yok o zaman kalsın biz hallederiz. Hangi oda demiştiniz?”
“Şu anda karşınızdaki 307 ve yanınızdaki 304 boş gözüküyor efendim. Buralardan temin edebilirsiniz. Islak olanı da oda dışına koyarsanız aldırırım.” Küçük kibarlıklarla misafirleri yine de kazanmak lazım. Müşteriye bir şey yaptırdığı hissiyatını vermek lazım ki küçük zaferiyle mutlu mesut hayatına geri dönebilsin. Kendinden çoğul kişi olarak söz etmek biraz garip gelse de işin tabiatı bu. Telefondayken, müşteriyle konuşurken o Korkut değil, Anka oteli.
“Tamamdır. Kapınızın dışına bırakırız.”
Aslında sorunlu bir çift değil. Bir arkadaşlarının düğünü için bir gün gelip, bir günde Van’ı gezmek için tatillerini uzatmışlar. Bir ekstradan gün Van’ı gezmek için yeterli değil fakat Turizm bakanlığının dediği gibi “yerel lezzetleri tatmak” için gayet yeterli bir zaman. Bu tip turistin de geriye döndüğünde öyle arkadaşlarına Nemrut dağını gezdik diye anlatacak halleri yok. Varsa yoksa şunu yedik, off bunu yedik der, sofraları överler.
Üst katlardan asansör sesi geliyor ve kapı önünde açılıyor. İçinden bir genç çıkıyor. Elinde ağır metalik çantalar var. Göz göze geliyor.
“Abi valla 200kg mı aşmadım. Bu sefer Baran da zaten yürüyerek iniyor.”
“Tamam tamam. Sizi yine ikinci katın yarısından almıyayım da.”
“Evet abi kusura bakma bilemedik.” diyor Mesut adındaki genç mahcup bir şekilde.
Normalde asansör ile yük taşımak yasak. Hele ki 200 kg a yakın makine duraksıyor. Bir hafta önce ilk otele yerleştiklerinde iki kişi üstüne bir de yükle binince onları ikinci katın yarısında asansör içerisinde mahsur şekilde bulmuştu. İlk önce elle iki ağır demir bavullarını çıkarmış sonra sistem rahatlayınca asansörü tekrar çalıştırmıştı. Sonrasında da haklı olarak bu ağır bavullarda ne olduğunu sormuştu.
Genç öğrenciler bavulları açıp ilginç alet ve bir adet bilgisayarımsı ekranı gösterince ilgisi daha da artmıştı. Biri Van Yüzüncü Yıl üniversitesinden diğeri de Karadeniz Teknik Üniversitesinde okuyan iki öğrenciydiler. Stajları gereği yakındaki bir barajda su altı ekipmanlarını test ediyorlardı. Barajın su altında yer şekillerini tarayan uzaktan kumandalı bir denizaltı ölçüm cihazının kumanda kısmı bu iki büyük çelik bagaja sığıyordu.
Az önce konuştuğu evli çift ve birkaç günü birlik kalan müşteri dışında uzun vadeli kalan birileri olmadığı için Korkut bu iki gence her akşam yorgun argın geldiklerinde bile ilgi gösteriyordu. Onları yedirmiş, içirmiş ne yaptıklarını dinlemişti. Bunu hem eğitime destek hem de koca otelde sıkılmamak için yapıyordu. Gelen ziyaretçi sayısıyla azalan tek şey para değil iş tatmini de olmuştu. Korkut işin en başında beri etraftan gelen ziyaretçilerle konuşmayı, onların hikayelerini dinlemeyi seviyordu. Pert olmuş şekilde otele ulaşan, günü birlik kalan madencilerin veya düğün için gelen ziyaretçilerin hikayeleri onu pek de tatmin etmiyordu.
Gençler ağır çantalarıyla resepsiyon masasına yönelmişlerdi. Ağır çantasını olduğu yere bırakıp masaya yaklaşmayı ilk akıl eden Mesut olmuştu.
“Abi dün gece çok sıcaktı oda. Mini bardan bir su kullandım. Yazarsın hesaba. Okul bütçesi karşılamıyor sonra ben ödiycem onu.” dedi . Şimdiden çıkışta ne kadar onlara gireceğini hesap etmeye çalışıyordu. Şirketin staj için ayırdığı bütçe anca indirimli bir oda kiralamalarına yetiyordu. Halbuki şirket onlardan tepe tepe gün içerisinde yararlanıyor kaç bin dolarlık işleri ucuza çıkarıyordu.
“Tamam ben oğlum takmayın kafanıza. Daha ne kadar buradasınız bakayım?”
“Abi 5. etap bitti işte dün. Yedi etap için konuşuyorduk. Vadinin aşağılarında baraj bendine yakın kısımlar kaldı. Oralar biraz daha dar herhalde iki gün içinde ölçümleri bitiririz. Sonra geri dönüp veri işleme yapmamız lazım.”
“Demek iki gün daha ha. İki gün de benden biraz gezin dolaşın hep çalıştınız.”
“Abi olur mu. Daha şimdiden hakkını ödeyemeyiz bir de onu eklersek ohooo.” acunun içiyle havada “geç geç” işareti yaptı Mesut.
“Olum gördüğün gibi otel dolup taşmıyor. Gidin biraz gezin. Sizi de sevdim. Temiz düzgün delikanlılarsınız. Suyun parasını bile hesap ediyorsun Mesut. İyilik yap denize at misali. Bizimkisi tabi göl. Biz Van gölüne atıyoruz bu durumda o ayrı.”
Mesut genç gözleriyle güldü ve bu kötü espriye sırıttı. Bu espri seviyesini Korkut abisinin yaşına vermişti.
“Abimmm! Tamam gidelim de şu işi toparlayalım. Hadi Baran hadi servise geç kalacağız.” Elindeki oda anahtarlarını masaya bırakarak.
Baran arkadan ağır mı ağır o çelik bavulları ittiriyordu. Eliyle hafifçe Korkut’u selamladı. Korkut’ da kafasıyla selamını aldı. Dışarıdan onları almaya gelen personel servisinin kornası duyulduğunda adımlarını hızlandırdılar.
(Devam Edecek)