Kriptid(E9)
Bölüm 9
Üç gün sonra bütçeler ortaya çıkmaya başladığında küçük yazıhanesinde oturan Korkut pek de gülemiyordu.
“Tükemmez kalemle yazmışda ...silemezmiş de.” Korkut faturaların karşısına oturmuş kendi kendine söyleniyordu.
Küçük altı metre karelik yazıhane büyük ölçüden kutular ve kağıtlar ile doluydu. Bu kutular da seksenlerden kalma fatura ve dökümanları tutuyordu. Bu kağıtların çoğu babasının zamanında kalma şeylerdi. Ayıklamak bir dert, atmak çok başka bir dertti. Öte yandan kendi zamanı için kayıtların çoğu dijitale geçtiği için iki kutu ona yetiyordu. Bu düzenin sonucunda zaten küçük olan altı metrekarelik odanın yarısını raflar kaplıyor ama geri kalan alan küçük bir masa ve bir bilgisayara yetiyordu. Sigara içmeyi bırak iki saat kapı kapalı dursun burada nefes alıp vermek içerideki oksijenin tehlikeli seviyeye düşmesi için yeterliydi.
Tekrar Mesut’un kendisine gönderdiği üç boyutlu model resimlerine baktı. Gerçekten de hidrojen grubu iyi iş çıkarmıştı. Borusundan üretecine kadar her şeyi dizayn etmiş ve geminin tabanına yerleştirmişlerdi. Şu haliyle bu planı uygulasalar ellerinde hidrojen ile çalışan ve gündüzleri karadaki güneş panelleriyle şarj olan bir turist gemisi olabilirdi. İyi haber bu projenin parasını ödeyebilmiş olmalarıydı.
Asıl sorun robotikçiler, Selma ve Onur idi. İstedikleri küçük fırçasız motorlar, elektrotlar ve diğer şeyler gerçekten çok para tutuyordu. Bunun üstüne daha belli olmayan kozmetik detaylar da girince baya bir para ayırması gerekecekti. Takımı yedirip içirmek, biraz da ceplerine para koymak zaten bankadaki hesabını hızlı şekilde tüketiyordu. Kısa vadede de otelin giderleri ve borçları var iken kredi çekebileceğini düşünmüyordu.
O da yapabileceği şeylere kafayı yormaya karar verdi. Bir kaç saat Van gölünde yaşamış olan prehistorik yaratıkları araştırdı. Mitolojiyi inceledi. Hatta kendi kütüphanesinde yerel mitoloji ile ilgili olan eski bir kitabı okumaya koyuldu. Turistlerin ilgisini çeker diye aldıkları bu kitapların hiçbirini tam olarak okumadığını fark etti.
Mezopotamyadaki arkeolojik kazılar ve efsaneler ile ilgili bir kitabı eline aldı. Kapağı hızlı hızlı çevirip tanıdık bir şeyler var mı diye içine bakıyordu. Boğa başlı insanlar, iblisler tabi ki tanıdıktı ama şu anda işine yarayacak bir şey gözüne çarpmamıştı. Uçan bir yaratık olsa işi kolaydı. Sümer mitolojisinde Lamashtu adlı çocuk kaçıran ve uçan bir sürüngenden söz ediliyordu. Fakat uçmayı bırak yüzmede bile sorunları olduğu düşünülürse onun robotunu yapmak baya imkansız olmalıydı.
Sümer kitabındaki resimlere ve yazılara bakmaya devam etti. Yeni sayfada Berlin’e kaçırılmış olan ünlü İştar kapısının bir resmi vardı. Babilin sekiz kapısından biri olan, Savaş ve Aşk Tanrıçası İştar’a atfedilen bu kapı zamanından hemen yanımızdan, Irak’taydı. Kapının üzerindeki yaratıklar bir bir açıklanmıştı. Köpek gibi ayakları üzerinde duran bir sürüngen Korkut’un dikkatini çekti. Açıklamada şöyle yazıyordu.
“ Mushussu Sümer mitolojisindeki boynuzlu yılan kafalı, ön ayakları panter arka ayakları kartal ayağı ,bedeni yılan gibi pullu mitolojik yaratık/ejder. Babil’in şehir tanrısı Marduk tarafından yenildikten sonra onun sadık hayvanı da olmuştur. Sümercede anlamı ‘Yılan ,Kırmızı Yılan veya Vahşi yılan’ olarak çevrilebilir.”
Korkut sevinçle Mushussu ile ilgili tüm bilgileri toparlamaya başladı. Kendini gecenin üçünden bu ayaklı yılan ile ilgili tüm bilgileri sünger gibi emerken buldu. Tek sorun bu yakın coğrafyalarda ortaya çıkan bu yaratığı nasıl Van gölü bölgesine bağlayacağıydı. Evet Irak veya Mezopotamya belki İskoçya’daki bir gölden mesafe olarak çok daha yakın sayılırdı fakat yine de insanların kafasında bir soru işareti oluşturacak, acaba böyle bir yaratık yaşamıştı kuşkusunu uyandıracak, acaba dedirtecek bir bağlantıya ihtiyacı vardı.
Aradığı cevap bir kitapta Mushussu’yu bir Hitti mitolojisine gönderme yapan bir bağlantıda buldu. Hitit tanrılarından Fırtına ve Gök yüzü tanrısı Teshub’un savaştığı bir deniz ejderi vardı. Hem de yılan derili bir deniz ejderi. Illuyanka adındaki bu yaratık Malatya’da bulunan yazıtlarda resmedilmişti. Bu tablet Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyordu. Bundan daha iyisi Malatya’da kayısı diye düşündü Korkut. Bu kafasından geçirdiği kötü espiriye keyiflendiği için kendi suçlu bile hissetmedi.
Bu iki mitolojik yaratığı biraz birleştirebilir ve soru soranların bulabileceği yerlere de bilgi kırıntıları bırakabilirse bu iş olur gibi duruyordu. Hatta belki arada bir yaratık tasarımı ile Illuyanka mı Mushussu mu çekişmesi yaratabilir olayın derinliğini artırabilirdi. İki taraf olduğunda insanlar kendi taraflarına ve gerçeklerine çok daha fazla sarılma eğilimi duydukları bir psikolojik gerçekti. Tam da böyle olmalıydı. Son tasarım bu iki mitolojiye de eşit mesafede ikisine de göz kırpar şekilde olmalıydı.
Bunun yanında yerelde bulunan fosilleri araştırmalı ve bu fosillerin özelliklerini de son mitolojik yaratıklarına eklemeliydiler. İnsanlar gerçek bir yaratığa sadece bazı mitolojik yazıtlardan inanamazlardı. Gerçekte elle tutulur birkaç parça bir şeye ulaşabilirse üçüncü bir “bilimsel” grup bile ortaya çıkarabilirdi. Herkes bilir ki iki ezeli rakip takımınız varsa bir derbiniz vardır. Ama eğer üç rakibiniz varsa artık küçük bir lig oluşturabilirsiniz ve bu her zaman seyirci sayısını ve permutasyonları artırır.
Sabah saat beş olmuş gün ağarmak üzereydi. Plastik kaplı lobinin yanında bulunan ziyaretçi kabul alanından yaktığı şömine sönmek üzereydi. İçlerini karıştırdığı kitaplar eski kanepe ve koltuklardan bir o yana bir bu yana dağılmıştı. Korkut yine içinde bulunduğu sıkıntılı durumda bir ateş, bir umut hissetmişti. Yarın şu fosillerden kim anlar ona bakacaktı. Dışarıdan gelirken ıslandığı için bir kenara koyduğu paltosunu alıp yığıldığı koltukta üzerine çekti. Sabahın ilk ışıklarıyla derin ve huzurlu bir uykuya dalmıştı.
(Devam Edecek)


